İFLAS - SEFA EVLİYAOĞLU

 

İFLAS




İki ay sonra hatırlamak ve belki çarpıtmak lazımdı.

            Aralık sonlarında bir gece yarısında uyumadan önce, yılbaşı gelmeden okumayı tamamlamak istediğin romandan yirmi üç sayfa okuyup da kitabın otuz yedinci bölümüne gelince kitabı kapattın. Kitap kesinlikle yıl sonu gelmeden tamamen okunmuş olacaktı. Hedef en az yirmi kitaptı ama on üç kitap okumuş olmak da sana bir gurur, yarım bir gurur verirdi. Ama o sırada zihnini meşgul eden esas mesele başkaydı. Çaprazındaki masada duran bir diğer kitabın kırmızı sırtına beyaz harflerle yazılı kelimeleri seçemiyordun. “… yazıyor işte.” diye düşündün. Uyumadan önce eli yüzü yıkamak iyi gelecekti, yataktan çıktın. Bir anda kendini sessizliğin ortasında dikilir buldun. Karşı duvardaki kitaplığın üçüncü rafındaki kol saatine eğildin. Kırk üç geçiyormuş. Tahmin eder miydin, değişiklik istedin ve yirmi gün sonra odadaki üç kitaplığı başka bir odaya taşıdın. Oysa kitapların dizilişini değiştirmekten bile çekinirdin. Odadan çıktın, koridor belki daha sessiz değil ama soğuk soğuk yüzünde esti. Bir iki adım sonra gerçek, sözcük oldu ve şimşek gibi zihninde belirdi ve hemen sonra gürledi. Sen de “İşte iflas.” demiştin.

            İçinde bir iki metal tel gerilmekten inliyormuş gibi hissetmiştin. Son zamanlarda bu benzetmeyi sık sık yapıyordun. Bu benzetme seni, artık, eskisi kadar heyecanlandırmıyordu. Ucuzlayama başlamıştı. Başka ne yapacaktın ki? Daha iyi anlatamazdın.

            Yazsan hafifler miydin? Masanın başına geçtin, sol uçtaki kareli kağıtları önüne koydun. Kalemliğinden geçen yıl satın aldığın “yeni” uçlu kalemini aldın ve yazmaya başladın. Kalemin adı “yeni” kalmıştı. “Eski” kalemini daha çok beğeniyordun ama inat vardı. Yerin ve sözcüklerin değişmişti ya aynı kalemle yazarsan bir şeyler çarpık kalacaktı. Güzel de olsa seviyorduysan da the person I used to be’den kalma eşya taşımayacaktın. Masanın tam tepesindeki lamba yüzünden yazdığın her harf gri parlıyordu ve aklından geçenleri şekle sokmak kolay olmayacaktı. (İki ay boyunca sayfaya dönmedin.)

            Önceki gece, kafenin birinde iki genç karşılıklı oturuyordu. Biri diğerine laf olsun diye bir şeyler anlatıyordu. Öteki de pek dinlemeden sadece onaylar kafa sallıyordu. İletişim beklentileri yoktu, sadece, sussalar daha mı iyiydi? (Anlatmaya gerek var mıydı? İki ay daha geçti.)

            Unutmak kolaydı ve hatırlamak istemiyordun. Yine de değişen bir şey olmayınca tek gereken anlık bir susmaydı. Sonra iflas gelecekti. Öyle de oldu.

            İflas’ın yüzünü hatırlamıyorum, pek dikkat etmemişim. Daha önce gördüğüm biri değildi ise de ona yabancılık çekmedim. Tehditkar bir hali de yoktu. Daha çok, bir görevi yerine getirecek olanların alışkın ve kayıtsız ifadesine, duruşuna sahipti. Gerçekten ilgileniyormuş taklidi yapıyordu ama onlardan her yerde vardı, sahteyi seçmek zor olmaktan çıkmıştı. Peki ne diye gelmişti? Onunla muhatap olmaya hiç hevesli değildim, ilk o söylesindi. Hem, onu çağıran da ben değildim. Yine de ve istemesem de şüpheye düştüm. Evet, dile getirilen bir şey yoktu ama öylesine de olsa harekete geçecek olan çoktu. Yanlış bir şey yaptığımı hatırlamıyordum ama birine ayıp etmiş olabilirdim. Bir işi yarım ve çarpık bırakmışsam şaşırmazdım. Evet, kesinlikle bununla alakalı olmalıydı. Peki hangisiydi? Çok vardı, düşünmek ve bulmak istemiyordum. O söylesindi. İnat edecektim. İlk o konuşacaktı. O kadar işi ve kararı yarım bırak sonra hesap sormaya geldiklerinde susmaya inat et. Kaç yaşına gelmiştim, hiç yakışıyor muydu? Ben bu muydum? Dün başkasına demiştim, “Kendi değerini kendin belirlersin.” Ah, en azından yalancı değildim. Olmadığım biri gibi davranmıyordum. Yoksa susanları da yalancıdan sayıyorlar mıydı? Susmaya devam etsem ya İflas ya gidecek ya da ilk konuşan olacaktı. Gitse yalancı olacaktım. Konuşacak bir şeyim yok insanı değildim. İlk o konuşsa yalancı olacaktım. İnisiyatif alacak yaşa gelmiştim. Yalancı olmakta inat edilmezdi ama kendim olmakta inat etmeliydim.

Kim olduğumu unutmak kolaydı ve kim olduğumu hatırlamaktaki başarısızlığımı hatırlamak istemiyordum. Yine de yapmam gerekeni aksatmakta değişen bir şey olmayınca kendimle yüzleşmek zamanının gelmesi için tek gereken dünyada ve zihinde anlık bir susmaydı. Ben, yüzleşmekten kaçmaya “iflas” diyordum.

Derin bir nefes aldım, “Ne oldu?” dedim. İflas elindeki kağıtları karıştırdı, bir bana ve bir de kağıtlarına birkaç kez baktı. Gözlüğünü düzeltti, gözlerini kısarak “Özür dilerim, bir yanlışlık olmuş.” dedi ve gitti.



Sefa Evliyaoğlu




Yazımıza eşlik eden şarkımız: 
"Naptalan"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDİR? - ŞEVVAL CANSIZ

MAVİ’YE MEKTUPLAR - NUR ÇETİNKAYA

ARTIK ZAMAN AKMIYOR - SEFA EVLİYAOĞLU