TAVAN ARASI - NUR ÇETİNKAYA

 

TAVAN ARASI




              Sabahın ilk ışıkları yüzümü sıvazlıyordu yine günlerden bir gün. Sahi acaba bugün günlerden neydi? Saat de ne erken ne geçti sanki uyanmak için. Bilmiyorum… Çetin bir kışı geride bırakıyorduk yavaştan farkındayım bunun. Geceleri üşümüyorum artık. Cemre düşmüş havaya zaten, bahar gelmiş. Geçende annem yanımda benimle konuşurken duymuştum. O da gelirdi herhalde birazdan. Dışarıdan gelen kuş cıvıltıları pek bir hoştu. Sabahın ve güneşin tadını çıkarıyorlardı belli. Ben de çıkarabilsem… Ağacın usulca sallanan dalları rüzgârın eseriydi. Uçurtma uçurup piknik yapmak ne güzel olurdu şimdi. Evet! Bugün kesinlikle bunu yapmalıyım. Sakin bir koyda, denizin tuzlu, o sakin kokusuyla…

Kalkıyorum usulca yataktan. Ayaklarım, çıplak ayaklarım değiyor zeminin soğuk ve iç titreten yüzeyine. Nefeslenip etrafa bakıyorum usulca. Uzun zamandır oturmadığım çalışma masama bakıyorum. Sandalyenin üzerindeki kıyafetlerim orada, görüyorum. Ayaklanıyorum ve yürüyorum. Masama doğru yürüyorum. Her attığım adımda ayaklarımın altındaki kilim eziliyor. Pürüzlü yüzeyini hissediyorum. Alıyorum kıyafetlerimi, tek tek üstüme geçiriyorum. Gecenin serinliği üzerlerine değmiş, soğuklar. İçimi titretiyor. Odamın kapısını açıyorum ve tavan arasındaki odamdan çıkıyorum. Banyoya ilerliyorum yerler de pek bir serin. Ayaklarıma çorap geçirip terliklerimi giymediğim için pişman mı oldum ne? Olsun, hissetmek güzel. Suyu açıyorum, akıyor ellerime serin mi serin su. Ellerim ve yüzümün soğuktan al al olduğuna eminim şimdiden. Kenardaki havluya uzanmadan aynaya çeviriyorum bakışlarımı. Pek de yakışıklıyım… Kıkırdayıp alıyorum havluyu, sürüyorum yüzüme, pürüzlerini hissediyorum. Mutfaktan güzel kokular geliyor. Annem kahvaltı hazırlamış sanırım. Tabii ben katılmayacağım onlara pikniğe gideceğim, uçurtma uçurup havanın tadını çıkaracağım. Anneme sesleniyorum. Gelip sarılıyor bana mis kokulum sıcacık kollarıyla. Sahi ne zamandır sarılmamıştık? “Günaydın” diye şakıyor o huzurlu ve mutlu sesi. Öğrenince çıkacağımı hazırlayıp koyuyor yemeye bir şeyler sepete. Tutuşturuyor elime. Çıkıyorum evden. Sıcacık hava. Güneş tenimi tatlı tatlı ısıtıyor. Gülümsüyorum… Rüzgâr, hissettiriyor kendini yavaştan tenimden akıp giderken. Ayakkabılarımı alıyorum ellerime. Spor ayakkabılarım… Ya da terlik mi giysem? Yok, yok… O kadar ısınmadı ki hava, üşürüm. Giyiyorum, kendim giyiyorum ayakkabılarımı. Bakıyorum etrafa. Her yer cıvıl cıvıl. Çocuklar neşeli, ağaçlar hallerinden memnun, kuşlar pek bir özgür. Dışarının mutlu havası yüzüme yansıyor. Derince gülümsüyorum. Uzun zamandır bu kadar derin gülümsedim mi? Bilmem...

Sakin bir koya yaklaşıyorum. Kuytuda ama pek bir güzel. Huzurlu… Yeşil ve mavinin ve hatta kara toprağın, biraz da kum sarısının tabi çeşitli tonlarının eşsiz birleşimi öylece karşımda. Kumları hissetmek istiyorum çıkarıyorum ayakkabımı, alıyorum elime ve güneşin ışınlarıyla ısınmış kuma değdiriyorum ayaklarımı. İçim ısınıyor, hissediyorum. Seriyorum örtümü kenardaki diken ağacının altındaki gölgeye. Yerleşiyorum ve açıyorum annemin bana hazırladığı yiyecekleri. Pek lezzetliler. Çatala gerek var mı? Ellerimle yemeyi özledim… Bence yok. Manzaranın tadını çıkartarak, keyiflice yiyorum yemekleri. Gözüm yanımda getirdiğim kitaba kayıyor. Okumak için alıyorum elime, son kaldığım sayfayı açıyorum. O kitap kokusu… Doluyor ciğerlerime. Sahi ne zamandır bir kitabın kokusunu almadım? Okuyorum, sayfaları okudukça tek tek çeviriyorum parmaklarımla. Zaman geçiyor ve rüzgâr hissettiriyor kendisini. Uçurtma zamanı! Mavi, özgürlük gibi mavi uçurtmam ve onun altın sarısı, mutluluk saçan kuyruğunu elime alıp açıklığa yürüdüm. Rüzgâra sırtımı verdim ve uçurtmamı havaya salıp geri geri koşmaya başladım. Koşuyordum… Ayaklarım kuma batıp çıkıyordu. Ara sıra denizle kumun birleştiği yere çok yaklaşıyordum. Tuzlu denizin serin suları ayaklarıma değip içimi gıdıklıyordu. İşte! Uçurtmam göklerde yerini aldı. Süzülüyor, ne de güzel… Çok güzel… Her şey…

Sonra bir şey oluyor. Bir ses duyuyorum. Hayır, bu denizin sesi değil, bir hayvanın çıkardığı ses de değil. Bu, bu gerçeğin sesi. Annem! Annemin odaya girişinin sesi. Gözümü açıyorum. Hiç istemiyorum açmak! Ama açıyorum… Beyaz tavan. Beyaz değil grileşmiş gerçi. Güneşin sarı ışınları da süslemiş tabii biraz. Gerçek hayata dönüyorum hayal dünyamdan. Bu işte! Benim gerçeği bu. Tavan arasında bir oda, tavan arasında bir yatak, gözlerimin dışarıyı görebileceği seviyede büyük bir pencere… Yatağın içinde de ben, yani Arif… Annesine muhtaç Arif. Üç yıl önceki kazada tüm hislerini, tüm yeteneklerini kaybeden Arif. Gün boyu hayalden hayale seyahat eden ama parmağını bile kıpırdatamayan Arif.

Annem yaklaşıyor bana “Günaydın.” diyor ama sesi asla mutlu değil sakin, konuşurken bile derin bir sessizlikte. Asla sarılmıyor sıcacık kollarıyla… Üzülüyor biliyorum. Getirdiği bir tekne suda ılıtılmış su ile vücudumu siliyor, yüzümü yıkıyor. Su asla soğuk değil…  Üzerimi değiştiriyor. Kıyafetlerim de benim için özellikle sıcak, üşüyüp hasta olamayayım diye. Asla gecenin serinliği üzerine yağmamış… Çoraplarımı giydiriyor, yumuşak mı pürüzlü mü bilmiyorum… Asla hissetmiyorum… Gerçeği sevmiyorum işte. Canımı acıtıyorlar. Her zerreme kadar hissettiriyorlar hareket edemeyişimi, hissedemeyişimi. Ama hayallerim güzel. Hayallerim beni mutlu eden yegâne şey. Annem gitse de günümün geri kalanını hayalime devam ederek günümü geçirsem. Mutlulukla, huzurla. Asla yüzüme vurulan gerçekliklerle değil…


Nur ÇETİNKAYA



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDİR? - ŞEVVAL CANSIZ

MAVİ’YE MEKTUPLAR - NUR ÇETİNKAYA

ARTIK ZAMAN AKMIYOR - SEFA EVLİYAOĞLU