MAVİ'YE MEKTUPLAR 2 - NUR ÇETİNKAYA


MAVİ'YE MEKTUPLAR-2




            Güneş, ışınlarını yeryüzünden çekeli bir saat olmuştu. Adımlarımı olabildiğince hızlı atıyordum. Buz gibi soğuk hava ıslak yanaklarıma vuruyor, tuzlu gözyaşlarımı kuruturken yüzümde keskin bir acı bırakıyordu. Mart ayı çetin geçiyordu yine her zamanki gibi. Baharın ilk ayı olmasına aldanılmamalıydı. İçimin yangınına tezat bir soğukluk… Omuzumda uzun siyah kabanın ağırlığının yanı sıra, bugün duyduklarımın ve olanların ağırlığıyla yanıyordu içim. Aklıma geldi yine. Sızı… Kalbimden parmak uçlarıma bir sızı yayıldı yine. Avuçlarımın içine batırdım tırnaklarımı, batırabildiğim kadar. Soyulursa soyulsun, kanarsa kanasındı avuçlarım. Ruhumdaki sızıya odaklanmaktansa avucumdaki sızıya odaklanmak daha makuldü benim için. Daha bir katlanılabilirdi.

            Sokağın köşesinden dönünce apartmanın bronz demir kapısı gözlerime ilişti. Eve bir an önce gitmek için can atan ruhumla eşdeğer daha da hızlandı adımlarım. Koşuyor muydum? Gibi… Elimi cebimden çıkartıp çantamın derinliklerinde anahtarı aramaya koyuldum bir taraftan. Kapının hemen önüne geldiğimde açtım ve içeri girdim. Yüzüme vuran soğuk aniden kesilmiş ve rahat bir nefes almıştım. Merdivenleri teker teker adımlayıp evimin kapısının önünde durdum. Her şeye rağmen dik tutmaya çalıştığım omuzlarım yavaştan öne eğilmiş, tüm ağırlıklara yenik düşmüştü. Kapıdan içeriye girdiğimde sırtımı kapıya yasladım. Omuzlarım sarsılıyordu hafiften. Kaldırımın ortasında çöküp ağlamayışımın, eve gelinceye kadar içimde tutmaya çalışmamın sarsıntılarıydı, biliyordum. Bir de, bir de doktorun o söylediği, normalde basit ama bana ağır gelen çıkarımının sarsıntısı… Ne demişti? Sen ondan sana kalan acıya âşıksın. O acıyı kaybetmek istemiyorsun çünkü onunla aranda kalan tek bağ hissettiğin acı ve sen o bağı kaybedersen onu tamamen kaybedeceğini düşünüyorsun. Haklıydı…

            Hıçkırıklarım iç çekmesine döndüğünde kalktım yerden. Üzerimi değiştirip mutfağa gittim. Her zamanki gibi koydum ateşe demliği. Camın önündeki sandalyeye oturdum. Sımsıkı yumdum gözlerimi. Açmasam keşke, kalsa böyle. Aldığım soluklar ciğerime yetmiyormuşçasına nefes aldım. Yağmur başlamıştı. Pencereye vuruyordu her bir damla. Duyuyordum. Açmak istemediğim gözlerimi araladım. Pencereye çevirdim bakışlarımı. Damlalar, pencereye vuruyor ve bir yol tutturuyordu kendince aşağıya doğru. Öylece izledim damlaların usulca kayışlarını. Kendim yolumu bulmakta zorlanırken, o kocaman kara boşluğun içinde, küçücük damlaların kendilerine yol çizişlerini izledim. Nefeslerim yetmiyor artık bana. Boğazımdaki düğüm… O düğüm kesiyor nefeslerimi.

            Çayımı alıp geri oturdum tahta sandalyeme. Önümde bembeyaz kâğıt. Bana bakıyor üzerini mürekkeple boyamam için. Yan tarafında çakmağım ve sigaram. Sigarayı aldım avuçlarıma. Dudaklarıma yerleştirdim, harladım ucunu mavi çakmağın kızıl ateşiyle. Evin derin sessizliği içinde her nefes çekişimle tütünün cızırtısı kulaklarıma doluyor, harlanan kızıllığın ışığı yüzüme vuruyordu. Çakmağımla mutfak masasının üzerinde duran mumu da ateşe verdim. Karanlık oda biraz olsun aydınlanmıştı yazı yazabilmem için. Yutkundum… Belki geçer diye yutkundum o kördüğüm boğazımdaki. Geçmedi… Kalemi sıktım avuçlarımda. Siyah mürekkebin kâğıtla buluşma vaktiydi yine.

    “Sevgili Mavi’m,

    Günlerin nasıl geçiyor, Mavi’m? Hayat her şeye rağmen gülüyor mu yüzüne? Umarım her geçen gün bir öncekilerden daha iyidir senin için. Her şey yolunda ve gerçekten iyisindir. Biliyorum her mektubum böyle başlıyor sana. Hep de böyle devam edecek, eğer merak ediyorsan. Hep iyi olmanı isteyeceğim, gerçekten iyi olmanı… Kaldıramadığım imalarından biri sadece ben varken iyi olmayışın. Öylesine sorulmuş olsun diye sormuyorum, vallahi Mavi. İyi olman benim için hep önemliydi, biliyorsun. Biliyorsun değil mi? Bil…

    Beni sorar mısın bilmiyorum ama iyi değilim, Mavi. Hiç iyi değilim hem de. Doktor korktuğumu söyledi bana. Seninle aramızda kalan tek bağlantıyı, acımı bırakmaktan korkuyormuşum. Acımı bırakırsam seni kaybetmekten korkuyorum aslında. Her şeye rağmen içimde seni bekleyen bir kız çocuğu var Mavi. Biliyor gelmeyeceğini ama elveda dediğin yerde bekliyor. Âşık değil sana ama bir taraftan öyle gibi de. Seni düşündürüyor bana durmadan. O kız çocuğunu oradan çekip alamadım hala. Seninle halledemediği şeyler var. Etrafındaki caddede insanlar, mevsimler değişti kaç kere. Karlar yağmurlar yağdı, peşine güneşler açtı o kısır döngüde. İlk başlarda üzerini örttüm, şemsiye tuttum üşümesin diye. Sonra bıraktım. Bıraktım o yerden çıksın gelsin diye, gelmedi… Yine kalmaya devam etti öylece. Zorluyorum şimdilerde gelsin diye tutup kolundan çekiştiriyorum. Pes edecek, inanıyorum.

    O kız çocuğu hala sende. Ben değilim ama. Yokluğunun farkındayım. Bugün doktordan dönerken daha bir anladım. Farkındaymışım ve ona göre davranıyormuşum. Nasıl da dikkatli atıyormuşum adımlarımı sen yokken, kaldırımın o çıkık taşlarına takılıp düşmeyeyim diye. Önceden sen vardın, tökezlediğimde kolumdan tutup düşmemi engelleyebilecek bir sen. Nasıl da bakıyormuşum etrafa kaybolmayayım diye. Her geçtiğim sokağın ismine bakıyormuşum kaybolmamak için. Önceden, sen varken yani, bakmazdım bu kadar. Beni kaybolduğumda bulabilecek bir sen vardı çünkü. Şimdi yoksun… Her şeye on kat daha fazla dikkat ediyormuşum. Neredeyim, ayağım takılmayacak şekilde adımlar atıyor muyum, cadde üzerinde hangi dükkânlar var… Havaya bile daha fazla dikkat ediyormuşum. Montumu almamı söyleyen bir sen yoktu, şemsiye al diyen bir sen yoktu çünkü. Daha önce bu kadar dikkat etmezdim. Neden bilmiyorum. Neden, neden Mavi? Kendine iyi bak dediğin için mi? Senden önce bile bu kadar dikkat etmezdim çünkü ben kendime. Bastığım taşı, yürüdüğüm caddeyi, havanın nasıl olduğunu önemsemezdim.

    Sen yokken hep, çok dikkat etmişim tüm bunlara. Ta ki bugüne kadar… Bugün o dalgınlıkla, kaldırımın o çıkık taşına, ayağımın ucu takılana ve tökezleyene kadar. Anında gözlerim doldu biliyor musun? Kolumda bir sıcaklık hissetmedim ellerine ait. Orada küçük bir çocuk gibi yere çöküp ağlamak istedim hıçkıra hıçkıra. Doktorun söyledikleriyle farkına vardığım gerçeklerin üzerine yokluğun tokat gibi çarptı yüzüme. Kavruldu durdu içim, koşar adımlarla geldim adeta eve. Yoksun sen. Yok… Ne acı… Daha net artık her şey. Pencereye vuran damlaların kendine çizdiği yol gibi ben de çizeceğim yolumu. Yerimde saymadan, koca karanlıkta yolumu kaybetmeden öylece çizeceğim…

Sevgilerle,

E. Adanır”

            Uzun uzun adımda kaldı gözlerim. Sahi ne zamandır mektuplarımı adımla bitirmiyordum? En başından beri… Buruk gülümsemeyle baktım kâğıda, kâğıttaki adıma. Yüzüme çarpan gerçeklerin nefretiyle mi yazmıştım, bilmiyorum ama yazmıştım işte. Önümdeki kâğıdı ileri iteleyip bir sigara daha tutuşturdum dudaklarıma. Bir kez daha ateşledim çakmağı. Cızırtı sesleri yine kulaklarıma doldu. Gözlerimi usul usul çevirdim pencereye. Yağmur durmuştu. Sokak lambasının sarı ışığı sokağı aydınlatıyordu. Yerler ıslak ve su birikintileriyle doluydu. Anılar dolmadan aklıma çevirdim bakışlarımı mektuba geri. Aldım ve katlamaya başladım. Sandalyeden kalkıp odama çevirdim adımlarımı. O siyah kutuya… Masamdan mavi zarfı alıp mektupla buluşturdum. Çökük omuzlarımla uzandım yatağımın altındaki kutuya. Açtım usulca ve bir zarfı daha sonsuz karanlıklar ülkesine gönderdim.

Nur Çetinkaya



Sevgili Beril Sayğı'nın sesinden dinlemek isterseniz (Ses dosyası iki parttan oluşmaktadır);
Part I
 
Part II

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İNSAN NEDİR? - ŞEVVAL CANSIZ

MAVİ’YE MEKTUPLAR - NUR ÇETİNKAYA

ARTIK ZAMAN AKMIYOR - SEFA EVLİYAOĞLU